İçeriğe atla

II. Abdülhamid dönemi Osmanlı tarihi (1903-1909)

Vikipedi, özgür ansiklopedi
Osmanlı İmparatorluğu
1903-1909
II. Abdülhamid
KonumOsmanlı İmparatorluğu
İçerikOsmanlı İmparatorluğu reform dönemi
Osmanlı İmparatorluğu dağılma dönemi
Osmanlı İmparatorluğu'nda milliyetçiliğin yükselişi
İkinci Meşrutiyet
Hükümdar(lar)II. Abdülhamid
Sadrazam(lar)
Önemli olaylar
Kronoloji
1897-1903 V. Mehmed dönemi

Bu madde II. Abdulhamid'in 1903-1909 yılları arasındaki padişahlığında Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşanan tarihi olayları ele almaktadır.

Başlıca önemli dış müdahaleler

[değiştir | kaynağı değiştir]

Gambot diplomasisi, büyük güçler tarafından istemlerini kabul ettirebilmek için II. Abdülhamid döneminde Osmanlı İmparatorluğu'na karşı sıkça kullanıldı.[1] Bu diplomasinin ABD'deki karşılığı olan büyük sopa diplomasisi de ABD tarafından uygulandı.[2]

II. Abdülhamid devrinin başında ve öncesinde Abdülaziz ile V. Murad döneminde Bâb-ı Âli, Galata bankerleri ve bunlar arasındaki Levantenlerden özellikle Fransız uyruklu Lorando ve Tubini ailelerinden borç almıştı. Bu iki aile Haydarpaşa Garı demiryolu hattı yapımı için Osmanlı Bankası dahil pek çok Osmanlı kurumuna borç vermeleri yanında Osmanlı sarayına borç vererek simsarlık yapan Köçeoğlu Agop Efendi'ye de para sağladı. Neticede bu alacaklar birikti ve 1890'larda pek çok kez yapılandırılmasına karşın ödenemedi. Fransa'ya bu kişilerin başvurması ile Fransız hükûmeti de olaya dahil oldu. Bu arada İstanbul'da mahkemeye başvuran aileler, alacaklarının ödemesi için açtıkları davayı da kazandılar. Buna rağmen hazinede para yokluğundan borçların ödenmemesi üzerine Fransa, gönderdiği nota ardından 5 Kasım 1901'de donanması ile asker çıkarıp Midilli Adası'nı işgal etti. Buradaki gümrüğüne el koyup, borcunu böyle tahsil edeceğini Bâb-ı Âli'ye bildirdi. İlaveten Osmanlı topraklarında Fransız himayesinde bulunan okul, hastahane, dini müesseseler için de yeni imtiyazlar talep edip, bunların resmen tanınmasını istedi. İkinci Abdülhamid, Fransa'nın tüm isteklerini kabul ettiğini açıklayıp Lorando'ya 340.000 ve Tubini'ye de 162.000 olmak üzere yarım milyon küsur paranın ödeneceğini, Fransa'nın talep ettiği imtiyazları da vereceğini bildirdi. Bu parayı II. Abdülhamid eşi Fatma Pesend Hanım'ın servetinden ve hükûmetteki paşaların şahsi servetlerinden verdiği paraları birleştirerek ödedi ve Fransızlar adayı boşaltmaya ikna ancak edilebildi.[3][4]

1902 yılında İtalya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında diplomatik bir kriz yaşandı. Kriz, Osmanlıların Türk ve Arapların, Eritre ve çevresindeki sularda İtalyan zambuklarına (yelkenli ticari teknelerine) yönelik Yemen'den gelen korsanlık saldırılarını engelleyememesi iddialarıyla başladı. İtalya'nın tekrarlanan tehditlerine rağmen Osmanlı İmparatorluğu bu saldırıları önlemek için önlem almayı reddedince, İtalyan savaş gemileri 31 Ekim'den itibaren Yemen'de Midi limanı ve çevre sahil yerlerini bombaladı. 10 Kasım'da Osmanlı İmparatorluğu İtalya'nın isteklerine boyun eğdi ve korsanlığı engellemek için önlemler almayı ve tazminat ödemeyi kabul ederek krizi sona erdirdi.[5] Haziran 1902'de İtalya ve Fransa, Trablusgarp ve Fas'a müdahale özgürlüğü tanıyan bir gizli antlaşma imzaladı.[6][7] İtalya bu anlaşmaya dayanarak Osmanlı'nın elindeki Trablusgarp'a saldırmak için fırsat kollamaya başladı. 1911'de II. Abdülhamid sonrası Trablusgarp Savaşı ile amacına ulaşacaktı.

20. yüzyıl başlarında William McKinley ve Theodore Roosevelt döneminde ABD-Osmanlı ilişkileri bozulmaya başladı. Bunun başlıca nedenlerinden biri İmparatorluk genelinde açılan ABD elçilikleri ve ABD devleti destekli protestan misyonerlik ve kültür okullarıdır. Osmanlı İmparatorluğu'nda yayınlaşan ve özellikle Suriye-Lübnan'da ve Ermenilerin yaşadığı Doğu Anadolu'da ayrılıkçı faaliyetlerde bulunan, sorun çıkarmaya müsait bu okulların kapatılması veya sayısının azaltılması ile Bâb-ı Âli ve II. Abdülhamid uğraşmaktaydı. Bununla birlikte kapatılan okullardan oluşan zarardan bahisle ABD'nin Osmanlı İmparatorluğu'ndan tazminat talepleri vardı. Yine ABD, kendi vatandaşlarının ve şirketlerinin İmparatorluk'ta ekonomik ve arkeolojik faaliyetlerine diğer Avrupa devletleri gibi izin verilmediğinden, sürekli sorun yaratıldığından bahisle izin verilmesi yönünde sürekli bir talepte bulunmaktaydı. Bu sorunlar 1903'te krize dönüştü. ABD içerisinde Amerikan okulları, Amerikan vatandaşlığına geçen kişilerin ailelerinin Amerika'ya göç etmesi, Amerika'dan et ithali, Amerikan sigorta şirketleri, İzmir Amerika Konsolosu'na ait emlak, Osmanlı coğrafyasında Amerikan üniversitelerinin sponsorluğunda yapılmak istenen arkeolojik kazılara izin verilmediğinden bahisle 29 Mart 1903 tarihinde Osmanlı Devletine bir muhtıra gönderdi. ABD, 1903 yılının Ağustos ayı sonlarında Beyrut Konsolos Vekili William C. Magelssen'in öldürüldüğü yönündeki asılsız haberler nedeniyle[8][9] Osmanlı resmi açıklamasını beklemeden Theodore Roosevelt 2 savaş gemisi gönderip Beyrut Limanı'nı abluka altına aldırdı[10] ve İzmir üzerine gemi göndermeye kalktı. Beyrut Limanı'ndaki abluka Osmanlı'nın bu konudaki belli talepleri kısmen kabul edip, ABD'li arkeologlara kazı izni vermesi[11] sonrası ABD gemilerindeki erzak yokluğu neticesinde 1 Şubat 1904'te kaldırıldı.[2] Ancak yine de ABD'nin istediğini tam olarak aldığı söylenemez.[2] Zira, Osmanlı devleti ABD'ye para verip, tazminat ödemek zorunda kaldı. Beyrut Valisi görevden alındı. Ancak kısa zaman sonra Lübnan'da kazı izni verilen ABD'li arkeologların sonrasında tarihî eser kaçakçılığı yapmaları neticesinde kazı izni kaldırılacaktı.[1][11]

Fakat ABD 1904'te bu olay daha sonuçlanmadan ikinci bir olay daha patlak verir zira İkinci Sason Ermeni İsyanı'nda baş rollerden birini üstlenip isyancıları açıkça destekleyerek işbirliği yaptığı tespit edilmesi nedeniyle bir kısım ABD misyoner okulu çalışanları ve vatandaşları tutuklandı. ABD bu tutuklamaları kabul etmeyip vatandaşlarının serbest bırakılması için Temmuz-Ağustos 1904'te tekrar Osmanlı devletinde İzmir üzerine savaş gemileri gönderdi. Amerikan okul ve personeli konusunda isteklerinin II. Abdülhamit tarafından kabulünün ardından 15 Ağustos 1904'te gemiler geri çekildi.[2]

Bu olaylar sürerken bu defa ABD, 1904'te Harput'taki büyükelçisi Thomas H. Norton'a II. Sason İsyanı ve sonuçları ilgili bir rapor hazırlattırır. "Norton raporu" denen bu raporda Osmanlı İmparatorluğu lehine hususlar bulunsa da hatta Ermenilerin Ruslardan ve İran'dan silah sağlayıp Müslüman köylerine saldırıları akabinde olayların başladığından bahsedilse de bunlar göz ardı edilip, orijinal raporun tahrifatı ile ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından basına servis edilen kısmı, 23 Ocak 1905'te The Washington Post, Evening Star, The San Francisco Call gibi değişik Amerikan gazetelerinde Osmanlı İmparatorluğu katliam yapmış gibi yayınlattırıldı.[12] Bu da ABD-Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ilişkileri geren bir başka husus oldu.

Suikast girişimi

[değiştir | kaynağı değiştir]
Sultan Abdülhamid cuma selamlığında Hamidiye Camii'nde
II. Abdülhamid, bir cuma selamlığına giderken muhafız alayı ile birlikte
Suikastta bombanın patlamasının hemen sonrasındaki durumu gösteren bir çizim
New York Times'da 22 Temmuz 1905'te yayınlanan suikast haberi

Ermeni Devrimci Federasyonu tarafından (Taşnaklar) 1905'te ince bir planla bir suikast yapılmaya çalışıldı. Bir görüşe göre Taşnakların suikastı yapmaktaki amacı, kendilerine bağımsız devlet olma önünde engel olarak gördükleri II. Abdülhamid'den kurtulma, bir diğer görüşe göre Ermenilere Hamidiye Alayları ile katliam yapmakla suçladıkları II. Abdülhamid ve Osmanlı'dan bir intikam alma, diğer bir araştırmacı tarih Profesörü Vahdettin Engin ve Erhan Afyoncu'nun iddialarına göre ise[13][14] Osmanlı İmparatorluğu'nu kaosa sürükleme planının küçük ama önemli bir parçasıydı. Afyoncu ve Engin'e göre bu plana doğrultusunda önce Padişah'a suikast düzenlenecek, sonra da hükûmet merkezi, Galata Köprüsü, Tünel, Osmanlı Bankası, yabancı büyükelçilikler ile diğer bazı özel ve resmi müesseseler havaya uçurulacaktı. Böylece müthiş bir kargaşa ve ihtilal çıkarılarak İstanbul kaos içinde bırakılacak, ardından Avrupa devletlerinin müdahalesi sağlanacaktı.[13][14] Bununla birlikte bu suikastın yapılmasına planlanan amaç hala belirsizliğini korumaktadır. Ancak bilinen olgu Ermeni Devrimci Federasyonunun bu bombalı suikastı yapması için Belçikalı anarşist görüşe sahip olduğu bilinen Edward Joris adlı kişi ile birlikte hareket ettikleridir.[13][14]

21 Temmuz 1905 günü Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid'e karşı tarafından Yıldız Hamidiye Camii önünde cuma selamlığından çıkışta patlaması için 120 kg bomba içeren bir düzenek kuruldu. Ancak Şeyhülislam Cemaleddin Efendi'nin Sultan Abdülhamid'e bir soru sorarak Padişah'ı geciktirmesi üzerine bomba, Sultan Abdülhamid'in etki alanı dışındayken patladı ve Padişah hiçbir zarar görmeden kurtuldu. Patlama sonucu civardaki halk arasında 26 kişi öldü ve 58 kişi yaralandı. Olaydan sonra yapılan araştırma sonucu olaya karışan 40 kişinin kimlikleri belirlendi. Bunlardan 15 kişi yakalanarak tutuklandı. Belçika vatandaşı Edward Joris'in suikast girişiminin lideri olduğu sonucuna varıldı. Belçika ile Osmanlı İmparatorluğu arasında diplomatik kriz patlak verdi.[13] Ancak idama mahkûm edilen Edward Joris Belçika'ya iade edilmedi. 2 yıl hapis yattıktan sonra affedilip serbest bırakıldı.[15] Hatta bu kadarla da kalmadı. II. Abdülhamid onu kendi hizmetine aldı. Jorris, Abdülhamid'le bilvasıta görüştü ve çok geçmeden de onun gizli ajanı olarak 500 altın harcırahla Avrupa'ya döndü. Dünya tarihinde belki de ilk defa bir suikastçı, suikast düzenlediği kişi tarafından affedilmiş, üstüne üstlük işe alınarak ödüllendirilmiştir.[16][17]

Tevfik Fikret gibi bazı düşünürlerin bu suikastten II. Abdülhamid'in sağ kurtulması pek hoşuna gitmemiş hatta bu konuda "Bir Lâhza-i Ta'ahhur" (Bir Anlık Gecikme) adlı bir şiir yazmıştır.[18][19]

Osmanlı'nın İran topraklarını işgali

[değiştir | kaynağı değiştir]
Muzaffereddin Şah
Muhammed Ali Şah
Ahmed Şah Kaçar

Kotur ve çevresinin Berlin Antlaşması ile İran'a verilmesi sonrası İran'la olan sınır meseleleri bitmese de 1905 yılına kadar Kürt aşiretlerin saldırıları ve ufak sınır çatışmaları ve geçici sınır köyü işgalleri haricinde Osmanlı ile İran arasında önemli büyük çatışmalara neden olacak bir sorun olmadı. Bu sorunlarla ilgili ise Lahican ve Urmiye'de 1892-1895 arası kurulan komisyonlar ve görüşmelerden bir çözüm elde edilemedi.[20]

1905 ve sonrasında İran ile Osmanlı arasında yeni sorunlar patlak verdi. Rusya, 1905 itibarıyla Güney Azerbaycan'da gerek siyasi gerek askeri anlamda nüfuzlanma faaliyeti içine girişti. Fakat 1906'da İran'da özellikle Muzaffereddin Şah döneminde, ciddi bir sorun oluşturan bütçe açığını kapatmak için siyasal ödünler karşılığında Rusya'dan borç alma yoluna gitmesi, aldığı borçları 1900-1905 arasında yaptığı üç Avrupa gezisinde harcaması ve Rusya'nın İran'daki özellikle Güney Azerbaycan topraklarındaki nüfuzunu giderek arttırması onun yönetimine karşı güçlü bir muhalefetin doğmasına yol açtı. Sonuç olarak meşrutiyet yanlısı bir ayaklanma İran'da patlak verdi ve İran Meşrutiyet Devrimi 1906 Anayasası ile ilan edildi. 40 gün sonra ise Şah, kalp krizi geçirerek öldü yerine oğlu meşrutiyetten hiç hazetmeyen Muhammed Ali Şah geçti. O ise ülkenin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve sınırlarını güvence altına alma karşılığında büyük devletlerden Rusya ve İngiltere'ye sığınıp İran'ın kuzey ve orta kesimini Rusların, güneydoğu kesimini de İngilizlerin denetimine bırakan antlaşmalar peşine düştü.

İran topraklarını üç bölgeye ayırarak paylaşmayı esas alan ve İran'ın bağımsızlığını yok sayan İngiltere-Rusya Anlaşması imzalanmıştı. Anlaşmaya göre, İran'ın kuzeydeki toprakları Rus nüfuzuna; güneyde Fars Körfezi'nden Tahran'a kadar olan topraklar ise İngiliz nüfuzuna bırakıldı.[21] Şah 1908'de meclisi kapatıp top ateşine tuttu ancak çıkan ve Garegin Njdeh gibi Ermenilerin de iştirak ettiği iç savaşa dönen ayaklanma neticesi tahtı oğlu Ahmed Şah Kaçar'a bırakıp ülkeden kaçtı. İşte bu iç karışıklıklarda Rusya'nın Güney Azerbaycan'daki nüfuzunu arttırma faaliyetleri Osmanlı'nın bölgedeki çıkarlarını tehlikeye düşürmesi yanında İran'daki meşrutiyet ilanı, o sırada iyice güçlenen meşrutiyeti geri getirme peşindeki İttihat ve Terakki Cemiyetinin (İTC) süre gelen faaliyetleri sebebiyle II. Abdülhamid'in mutlakiyetçi rejimini tehdit etmekteydi. Oluşan durum aynı zamanda, II. Abdülhamid'de İTC'nin bu çevrede de yer edip faaliyette bulunacağı endişesinin hasıl olmasına neden olmuştu.[22]

Osmanlı Devleti 6.000 kişilik asker ve topçu alayı ile İran topraklarına girip Lahican üzerine Ferik Mehmet Paşa komutasındaki bir ordu ile girmiştir. Muhammed Ali Şah, sınır saldırısını önlemesi için Azerbaycan Valisi Ferman Ferma'yı görevlendirdi. Çatışmalarda Bane, Serdeşt, Rumiye, Vezne, Selmas, Hoy, Bukan ve Savucbulak bölgeleri Osmanlı Devleti'nin eline geçti. Ferman Ferma kuvvetleri ile karşılaşan Osmanlı Ordusu onun komutasındaki İran Ordu birliklerini yendi. İran bunun üzerine Osmanlı'nın Beyazıd Sancağı'na bağlı Kazlıgöl ve Dambat arazilerine saldırdı. Osmanlı askerleri ise İran sınırından içerilere doğru ilerleyerek Baran, Enzeli, Reşt, Somay, Mergever ve Bıradost'a bağlı olan birçok köyü ele geçirdi. Ancak Muhammed Ali Şah'ın İran ordusuna gerekli destek birliklerini eksik göndermesi veya zamanında göndermemesi, II. Abdülhamid'in İran'daki meşrutiyet hareketlerine karşı olduğu ve hatta Muhammed Ali Şah'ı bu saldırılar dolayısıyla destekler mahiyette hareket ettiği düşünülürse İran şahının İran'daki hürriyetçiler nedeniyle ilan etmek zorunda kaldığı meclisi kötü gösterip gücünü geri kazanma; buna karşın Abdülhamid'in ise İTC'nin bölge üstlenmesini engelleme peşinde olduğu da iddia edilmektedir.[22] Mustafa Armağan ise bunu İran'dan intikam alma, Osmanlı'nın Rusya ve büyük güçler karşısında topraklarını koruma amaçlı günümüzdeki Fırat Kalkanı Harekatı gibi bir tampon bölge oluşturma peşinde olduğu iddiasındadır.[23]

İki taraf arasında görüşmeler sürdü. İran Devleti, Osmanlı kuvvetlerinin Urmiye'nin deniz kenarı olan Kulince bölgesine kadar ilerlemesi üzerine bu durumun sınır görüşmelerini zedelemekte olduğunu Bab-ı Ali'ye bildirdi. İran Devleti Osmanlı kuvvetlerinin İran topraklarındaki bu ilerleyişi karşısında Osmanlı Devleti'ne sitemde bulundu. Osmanlı'nın İran topraklarına saldırmış olmasına rağmen İranlıların, Osmanlı topraklarına saldırdıklarına dair Osmanlı'nın şikayet etmekte olduğunu belirtti. İran Devleti, Osmanlı kuvvetlerinin derhal İran topraklarından çekilmesini istedi. İki devlet arasında sınır ile ilgili görüşmelerden bir netice alınamayınca 1910'a kadar görüşmelere ara verildi. Bu geçen zaman zarfında da II. Abdülhamid tahttan indirildi.[22][23]

Bununla birlikte II. Abdülhamid sonrası Sultan Reşad ve İttihat ve Terakki döneminde de Osmanlı Devleti ile Rusya arasında Urmiye ve civarı için büyük bir rekabet çıktı. 1911'de bölgedeki Kürtlerin saldırıları ve mezhep kavgalarının çıkması üzerine Ruslar Ermenileri destekleyerek bölgenin daha fazla karışmasına sebep oldu. İran'ın her iki ülkenin de askerlerini çekmesini istemesi üzerine Osmanlı Devleti, Rusların öncelikle terk etmelerini şart koştu. Rusya çekilmeyince durum aynı kaldı.

Eski Merağa Hakimi Samed Han, Rus Azerbaycan kumandanı Çernoziyev ile birleşerek Osmanlı Devleti'ne cephe almıştı. Osmanlı Devleti Samed Han'a Ruslarla değil kendileri ile işbirliği yapması gerektiği kendilerinin İslam'ı temsil ettiğini bildirmesine rağmen bu talep Samed Han tarafından reddedildi. İki taraf Miyanduab civarında 1912'de savaştı ve savaşı Osmanlı kazandı. 1913'te İngilizlerin arabuluculuğunda İran, Osmanlı ve Rusya bir araya gelip 17 Kasım 1913 tarihinde İstanbul'da Tahdid-i Sınır Protokolü'nü imzaladılar. Osmanlı tarafından Hariciye Nazırı Prens Said Halim Paşa, İran tarafından olağanüstü yetkilerle donatılmış olan Büyükelçi Mirza Mahmut Han Kaçar İhtişamü's-saltana, İngiltere'den Büyükelçi Louis Mallet ve Rusya'dan Büyükelçi Mosyö de Michel de Giers anlaşmayı imzaladı.[24] Osmanlı protokole göre askerlerini çekmeye başlasa da patlak veren I. Dünya Savaşı sebebiyle bu anlaşma uygulanamadı.[22] Rusya ve İngiltere karşısında Osmanlı, doğu sınırının tehdidi karşısında İran'da da savaşmak zorunda kaldı. İngilizlere karşı başarılar kazanıp Tebriz'e kadar ilerlese de Mondros Mütarekesi sonrası bölgeden çekildi.[23]

Vergi isyanları

[değiştir | kaynağı değiştir]
...Osmanlı İmparatorluğu kişi başına düşen verginin en düşük olduğu ülkelerden biriydi, lakin bu Türk köylüsünün dünyada sırtına en fazla vergi yükü binen unsurlardan biri olmasına engel değildi...

Stefanos Yerasimos[25][26]

II. Abdülhamid'in hızlıca güç kaybetmesi ve meşrutiyet isteyen İttihat ve Terakki Cemiyetinin (İTC) başarıya ulaşmasını sağlayan en önemli faktörlerden biri 1906-1907 yıllarında Kastamonu, Samsun ve Erzurum gibi pek çok bölgede çıkan vergi isyanları olmuştur.[27] Düyûn-ı Umûmiye ve Reji idarelerinin Osmanlı gelirlerine el koyması sonucunda bütçe ve mali disiplin sağlanmaya çalışılsa da giderek artan giderler karşısında Osmanlı maliyesi ve II. Abdülhamid çarelerden birini vergileri artırmak olarak öngördü.[27] Osmanlı'da II. Abdülhamid döneminde halkın büyük kesimi kırsalda yaşamaktaydı. Şehirlerdeki nüfus azdı ve sanayi üretiminden çok tarımsal üretim esastı. Osmanlı'da uygulanan politikalarla hububat üretimi 1888-1911 yılları arasında %51 oranında artarken, tütün üretimi %191, incir üretimi %122, fındık üretimi %217, ipek kozası üretimi %122 ve Adana bölgesindeki pamuk üretimi %472 oranında artmıştı. Tarım ürünlerinin ihracat içindeki payı 1889'da %18, 1907'de % 22 ve 1913'te % 27'ydi. Aşar vergisinde de artış vardı.[28] Ancak Osmanlı tarımsal üretimindeki yıldan yıla dalgalanmalar II. Abdülhamid döneminde de aynen sürmekteydi. Örneğin nakledilen tahıl 1896'da 105 milyon kg, 1897'de 243 milyon kg, 1898'de 152 milyon kg, 1899'da 35 milyon kg, 1900'de 121 milyon kg, 1901'de 145 milyon kg, 1902'de 274 milyon kg, 1903'te 141 milyon kg, 1904'te 191 milyon kg, 1905'te 217 milyon kg, 1906'da 190 milyon kg, 1907'de 146 milyon kg, 1908'de 55 milyon kg, 1909'da 59 milyon kg'dı.[29][30] Bunun yanında üretim artışına karşın çiftçi ve küçük esnaf hiçte iyi durumda değildi çünkü Avrupa ülkeleri karşısında 17. yüzyıldan 20. yüzyıl başına kadar geçen dönemde kendi gelirlerinde kayda değer bir artış yoktu.[31][32]

Uygulamada çiftçiden %12,5 oranında ürününden aşar vergisi alınırken 1903'te II. Abdülhamid döneminde iki verginin daha köylüden alınmasına karar verildi. Bunlardan biri Vergi-yi Şahsi'dir. Kişilerin servet durumuna bakılmaksızın, köylü ve şehirli ayrımı yapılmaksızın gelir seviyelerine göre alınmasına karar verildi. Buna göre, yirmi yaşından yetmiş beş yaşına kadar olan herkesin üç kategori dahlinde sırasıyla vergi ödemesi öngörüldü. 1904'te vergi yükü, kırsal kesimde köylüler, kasabalarda zanaatkarlar ve esnaflar, şehirlerde ise tüccarlar için dayanılmaz bir hal almıştı. Bir kısım çiftçi topraklarını terk etmek zorunda kalmıştı. Bunun yanında bir de köylünün sahip olduğu evcil hayvanlar üzerinden Hayvanat-ı ehliye rüsumu (bir nevi Ağnam resmi) alınmasına karar verildi.[26] Buna vergi toplamakla yükümlü mültezimlerin keyfi açgözlülükleri de eklenince durum, vergi mükellefleri açısından iyiden iyiye zorlaşıyordu. Özellikle Anadolu'da mültezim sistemi halen uygulamadaydı, kolluk kuvvetlerinin yardımı ile mültezimler borcunu ödemeyen halkın mal varlığına el koymakta ve şiddet uygulamaktaydılar. Tahsilatlarda da kendilerine verilen oranların çok üstüne çıkmaktaydılar. Mültezimler toplanan paradan alması gerekenden fazlasını alıp bunu vali ve diğer idarecilere aktarmakta, Erzurum valisi gibi valilerin bir kısmı da toplanan paranın tamamını kamu hizmetlerinde kullanmak yerine bunun yüzde 25'ini İstanbul'a gönderip kalanı kendi zimmetlerine geçirmeye çalışmaktaydılar. Kısaca II. Abdülhamid dönemi Osmanlı İmparatorluğu'nda idarecilerin yolsuzlukları halkın diline düşmüş durumdaydı.[26][33]

İlk hoşnutsuzluklar İzmir'de 1904'te temettü vergisi toplanması sırasında başladı, verginin alımı bir süreliğine durduruldu.[34] Ardından her ne kadar Osmanlı'nın Rum vatandaşlarından gelse de Şubat 1905'te hayvan rüsumunun kaldırılması yolunda Midilli Adası'nda protestolar yapıldı, telgrafhanelerden Bâb-ı Âli'ye verginin kaldırılması yönünde mesajlar çekildi. Ardından olaylar 25 Mart 1905'te İşkodra, 13 Nisan 1905'te Basra ve 28 Haziran 1905'te Trablusgarp'a sıçradı. Yine telgrafhanelerden protesto telgrafları çekildi.[33][35] 1905-1906 kışı Anadolu'da normalden daha soğuk geçti. Soğuk geçen kış, köylünün ve esnafın çok daha büyük zorluklar yaşaması yanında 1906'da isyanların iyice büyümesine ve radikal bir hal almasına sebep oldu.

Kastamonu'da halkın telgraf çektiği vilayetlerden biridir ancak 1905-1906 kışında Bâb-ı Âli tarafından somut adım atılmaması neticesinde, ilk ciddi vergi isyanı burada çıktı. Halk önce belediye seçimlerini boykot etti. Ardından seçimleri boykot gerekçesi için orduya temsil yollayan halk askeriyeden belediyenin hesapları denetlemesini istedi. Halk hem Vergi-yi Şahsi'nin derhal kaldırılmasını istemekteydi hem de Kastamonu Valisi'nin sahip olduğu servete karşın tek kuruş vergi vermemesine tepkiliydi. 21 Ocak 1906'da 32 esnaf bu konuda saraya telgraf çekse de bir cevap alamadı. Olaylar iyice büyüdü esnaf kepenk kapattı ve halk meydanlara indi. 10 günden fazla süre devam eden eylemde halk vali Enes Paşa'nın istifasını istedi. Valinin anlaşmak için gönderdiği heyet esir alındı, askerler ise kitleyi dağıtmayı reddetti. Nihayet 1 Şubat günü Vali görevden alındı. Saray, isyanı çıkaranlar hakkında soruşturma açılmasını istese de atanan vali Ali Rıza Paşa soruşturma açmayı reddedip istifa etti.[26][36][37] Bu arada olaylar Sinop'a sıçradı. Sinop halkı kaymakamın yolsuzluk yaptığı ve vergilerin kaldırılması istemiyle gösteri yaptı kaymakam İstanbul'a giden bir gemiye kaçıp halkın elinden zor kurtuldu.[26][37] Trabzon'da çıkan ayaklanma askerî birliklerce zorlukla bastırıldı, vali kentten ayrılmak zorunda kaldı. 1906 yılı boyunca birkaç kez daha Trabzon, vergi karşıtı gösterilere sahne olacaktı. Bitlis, Samsun, Ankara, Sivas, Giresun, Kayseri, Aydın, Muğla, Van, Muş'ta çıkan ayaklanmalar ise ordu tarafından zorlukla bastırıldı ve şehirlerin bir kısmında yolsuzluk yaptığı belirtilen vali ve mutasarrıf idareciler görevden alındı. Makedonya ve Musul'a da isyanlar sıçradı.[33] Diyarbakır'da ise vergi isyanları Diyarbakır'da bölgenin nüfuzlu Hamidiye Kumandanı ve Milli aşireti reisi İbrahim Paşa'nın baskısına karşı tepkilerle birleşti. Ağustos 1905, Ocak 1906 ve Kasım 1907'de olmak üzere büyük halk hareketleri yaşandı.[38][39]

En etkili ayaklanma ise Erzurum'da yaşandı. Şubat 1906'da halk ayaklandı ve 1902'den beri vergilere el koyup kentte hiçbir faaliyet yapmayıp saraya gönlünü hoş tutmak için para aktaran Nazım Paşa'nın istifasını, Vergi-yi Şahsi ve Hayvan-ı Ehliye'nin kaldırılmasını ve İstanbul'a vergi gönderilmemesini istediler. Nazım Paşa durumu Bâb-ı Âli'ye bildirdi ve gelen emirde ne pahasına olursa olsun vergilerin toplanması istendi. İTC bu arada Erzurum'da durumdan istifade edip örgütlendi. Nazım Paşa'nın halkı asker ile dağıtma girişimi başarısız oldu ve olayların iyice kontrolden çıktı. Vali, Müftü'den yardım istese de Müftü, Vali'ye halkın haklı olduğu ve yapılan uygulamaların şeriata aykırı olduğu görüşünü bildirdi. Vali ve emniyet güçleri, güç kullanımına rağmen dağılmakta direnen halk karşısında şehrin kontrolünü kaybetti. Çaresiz kalan Bâb-ı Âli, Diyarbakır Valisi'ni Erzurum'a; Erzurum Valisi'ni Diyarbakır'a gönderdi. Vergilerin alınmasının geçici olarak durdurulduğunu belirtti.[37][40] Ekim 1906'da ise bu defa Mart 1906 ayaklanmasının liderlerinin yakalanıp sürgüne gönderilmesinin istenmesi üzerine ayaklanma çıktı. Askerî birlikler bu sefer gösterileri bastırmak için harekete geçti, ateş açtı, halk da askere karşılık verdi. Halktan ve askerlerden pek çok yaralanan ve ölen oldu. Vali hapsedildi. Günlerce süren olaylar 25 Mart 1907'de II. Abdülhamid'in bu iki vergiyi kaldırmayı kabul etmesi ile sona erdi. Ancak Erzurum, II. Abdülhamid'e karşı direnişin merkezi haline gelmişti.[26][33][41][42]

1908'de saray, Erzurum'daki isyanı örgütleyenlerin bir kısmını yakaladı. 28 Ocak 1908'de başlayan mahkemede 1906 ayaklanmasının elebaşları yargılandı. Mahkemeye çıkarılan 90 kişiden 8 kişiye idam, 18 kişiye müebbet hapis verildi. Diğer sanıklar daha küçük cezalara çarptırıldılar.[33][42]

Eylül 1906'da, Kerbela'da yaşayan İran Şii tebaası ile Osmanlı makamları arasında ciddi huzursuzluklar çıktı. Osmanlı makamları bazı vergileri almak için harekete geçince, beş yüz kadar İranlı Şii, Kerbela'daki İngiliz Konsolos Vekilliğine giderek gösterilere başladılar. Bu gösteri birkaç gün sürdü ve göstericilerin sayısı giderek arttı. Göstericilere karşı sert ve zorlayıcı tedbirlere başvurulmamasıyla ilgili Yıldız'ın talimatlarına rağmen Bağdat Valisi Mecid Bey, kalabalığı dağıtmak için asker ve zaptiyeden yararlandı. Havaya ateş açıldı, büyük bir telaş yaşandı ve birkaç kişi öldürüldü. Kısa bir süre sonra, İngiliz makamlarının protestoları sonucu Vali görevinden azledildi.[43][44]

1907'de Bitlis depremi sonrasında halka sahip çıkılmaması ve bundan dolayı halkın göçe mecbur bırakılması, şehri diğer vilayetlere bağlayan yollardaki eşkıyaların faaliyetlerine engel olunmaması, şehir merkezinde yol açma bahanesiyle fakir halkın evlerinin haksız yere yıkılması ve halkın evsiz bırakılması, zinanın yaygınlaşması ve valinin buna engel olmayışı, rüşvet ve iltimas, halka zulüm edilmesi, işsizlik ve açlığın üç sene öncesine kıyasla büyük oranda artması, yüksek vergiler gibi gerekçelerle valinin istifası talepli 22 Haziran 1907 talepli çıkan isyanda kolluk güçlerinin bir kısmı isyana müdahale etmek yerine firar etmeyi seçti veya müdahaleyi reddetti. İsyan 30 Temmuz 1907'de ancak bastırılabildi.[45]

Yine 1906-1908 yılları arasında özellikle Yemen İsyanı'nı bastırmak için Trabzon gibi limanlardan hareket eden askerî birliklerde ve diğer çeşitli askerî birliklerde gerek ekonomik sorunlardan ve ödenmeyen maaşlardan, gerekse verilen kayıplardan ve askerlerin içinde bulunduğu koşullardan dolayı bir dizi isyanlar yaşandı. Bunlar daha önce de meydana gelmelerine rağmen, bu sefer muhalifler için siyasi fırsatlar yarattı.[43]

Sonuç olarak bu isyanlar II. Abdülhamid'in halk desteğini kaybetme ve İttihat ve Terakki Cemiyetinin meşrutiyeti geri getirme girişiminin başarıya ulaşma sebeplerinden biri oldu.[43]

İkinci Meşrutiyet

[değiştir | kaynağı değiştir]
Reval Görüşmeleri sırasında İngiliz Kralı VII. Edward ve Rus Çarı II. Nikolay
Enver Bey, Sultan Abdülhamid ve Niyazi Bey
Şemsi Paşa
II. Meşrutiyet'in ilanı sırasında Osmanlı milletlerinin liderleri

Birinci Meşrutiyet sonrasında Jön Türkler ve pek kişi yakalanmamak için yurt dışına kaçmıştı. Toprak kayıplarının artmasıyla birlikte Abdülhamid'in örfî ve keyfi bulunan idaresine karşı muhalefet de giderek güçlendi. 1889'da gerek eski Jön Türkler ve gerekse II. Abdülhamid muhaliflerince İttihat ve Terakkî Cemiyeti (İTC) kuruldu. İTC askerî birliklere kadar toplumun her kesiminden üye toplamaya başlamıştı.

1895'e kadar çeşitli kendine ait yayın organlarında hükûmeti suçlayıcı yazılarla bildiriler dağıtarak hükûmeti basiretsizlikle suçlayan cemiyet, 1896'da II. Abdülhamid'i devirmek için girişimde bulunsa da bu girişim, teşebbüs aşamasında fark edilip engellendi. Yine de muhaliflere ağır cezalar yerine kitlesel olarak sürgün cezası uygulandı. II. Abdülhamid dönemindeki en büyük ve kitlesel sürgün bu darbe teşebbüsü sırasında yapıldı.[46]

1902-1903 yılında planlanan darbe girişimi ise gerçekleştirilemedi. İTC belli şartlar altında Abdülhamid'e muhalif bazı kimseler ve platformlarla da ortaklık yapmaktan çekinmedi. Bunlardan biri de İTC'den farklı görüşleri ile tanınan Prens Sabahaddin'dir. Özellikle 1902-1903 gerçekleştirilemeyen darbe girişiminde Prens Sabahaddin'in de İTC ile görüşüp planlama yaptığı belirtilmektedir.[47] 1908'de örgüt özellikle Rumeli'de gizli şekilde pek çok yerde örgütlenmiş haldeydi. Ordudan da pek çok genç subayı yanına çekmişti.

9 Haziran 1908'de Reval Görüşmeleri, Rus Çarı ve İngiliz Kralı arasında gerçekleşti. Görüşmelerde Osmanlı topraklarında İmparatorluk'u reforma zorlama kararı çıksa da anti-Alman cephesi kurulumu üzerine görüşmeler yapılıp bazı konularda anlaşma sağlanmadı. Herhangi bir açıklama yapılmaması bu görüşmelerden Rus Çarı ile İngiliz Kralı'nın Osmanlı topraklarının bölünmesi üzerine gizlice anlaştığı izleniminin İTC'deki bazı subaylar nezdinde doğmasına yol açtı. Bu durum ayrıca bazı İTC üyeleri ve yöneticileri tarafından da kendi lehlerine kullanıldı.[48] Çünkü İTC içindeki bir küçük grup "Batılı fikir ve kavramların etkisi altında Osmanlı İmparatorluğu'nun, üzerine çöken yozlaşma ciddî tedbirlerle dizginlenmediği takdirde, batacağına inanmıştı."[49] Bu durumu II. Abdülhamid'in pasif politikasına bağlayan bazı yöneticiler de ona karşı ayaklanma faaliyetlerini hızlandırmaya karar verdi.[50] Bu da isyanı tetikleyen olaylardan biri oldu.

3 Temmuz 1908'de Resneli Niyazi Bey başta olmak üzere İttihat ve Terakkî yanlısı bazı subaylar Manastır ve Selanik kentlerinde ayaklandı. II. Abdülhamid en güvendiği generallerden Şemsi Paşa'yı görevlendirip ivedilikle hareket edip isyanı bastırmasını istedi. Şemsi Paşa'nın korumalarından en yakın tanıdıklarına kadar pek çok kişi İttihat ve Terakki saflarına katılmıştı. Manastır'a isyanı bastırmak için ulaşan Şemsi Paşa 7 Temmuz 1908'de yine İTC üyesi mülazım Atıf Kamçıl tarafından öldürüldü.[51] Daha sonra Manastır Jandarma Komutanı Refet Bey'e aynı görev verildi ancak o da İTC üyesiydi ve oyalama görevi kendisine verilmişti. Sonrasında 10 Temmuzda bu iş için Müşir Tatar Osman Paşa II. Abdülhamid tarafından görevlendirildi.[52] Ancak orduda durum artık iyice İTC lehine dönmüş ve askerde disiplin namına bir şey kalmamıştı.[53]

22-23 Temmuz 1908 gecesi Ohrili Sabri Bey'in önderliğinde iki bin kişilik bir kuvvet, Müşir Tatar Osman Paşa'nın kaldığı konutu sarıp bastı ve onu dağa kaldırdı. Ortada İTC'yi Rumeli'de durduracak doğru düzgün bir Abdülhamidci subay kalmadığı gibi kimin Abdülhamid'in yanında, kimin İTC'nin yanında olduğuna dair bir açıklık da kalmaz hale gelmişti. Yaşanan bu baskılar ve olaylar üzerine II. Abdülhamid, 24 Temmuz 1908'de anayasayı yeniden yürürlüğe koymak zorunda kaldı ve II. Meşrutiyet ilan edildi.[54][55]

Yapılan seçimlerle oluşturulan yeni meclis, 17 Aralık 1908'de açıldı. Ancak artan huzursuzluklar ve İttihat ve Terakkî muhaliflerinin baskıları sonucunda 13 Nisan 1909'da İstanbul'da isyan çıktı.[56] Rumî takvime göre 31 Mart günü patlak verdiği için bu isyan, 31 Mart Vakası olarak bilinir. Selanik'te kurulan Hareket Ordusu 23-24 Nisan gecesi İstanbul'a girerek isyanı bastırdı.[56]

İkinci Meşrutiyet dönemi ağırlıklı olarak İttihat ve Terakkî hükûmetlerinin yönetiminde geçti. Devlet yönetiminde İttihat önderleri Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa etkili oldu. Bu dönemde Osmanlı Devleti, Trablusgarp, I. ve II. Balkan ve I. Dünya savaşlarına girdi. I. Dünya Savaşı'nın hemen ardından VI. Mehmed, İtilaf Devletleri'nin baskısıyla 21 Aralık 1918'de Parlamentoyu kapattı.[57]

31 Mart Vakası ve tahttan indirilişi

[değiştir | kaynağı değiştir]
Bastırılan 31 Mart Ayaklanması'nda yakalanan isyancılar hapsedilmek üzere götürülürken
1908'de tahttan alınan Sultan II. Abdülhamid'e görevden alındığında dair yazının tebliği sırasındaki hali gösteren sahne
Meclis-i Mebûsan'ın II. Abdülhamid'in hal kararını bildirmek için görevlendirilen ve 27 Nisan 1909 Salı günü öğleden sonra sarayı ziyaret eden Arif Hikmet Paşa, Emanuel Karasu Efendi, Esad Paşa Toptani ve Aram Efendi'den oluşan dört kişilik heyet ile emniyet ve güvenliği sağlayan Albay Galip Bey (Pasiner)
..İyi ve kötü, fakat iyi niyetle 34 yıl vallahi ve billâhi geceli gündüzlü devlet ve millete hizmet ettim. Şeyhülislâm Efendi vasıtasıyla ettiğim yemine aykırı hal ve harekette bulunmadım. Meşrutiyet aleyhinde nüfuzumu kullanmadım. İstanbul'daki asker hâdisesinde (31 Mart Vakası) vallahi bilgim yoktur. İşte buralarını yeminle temin ederim...

Ailemin ve çocuklarımın çokluğundan İstanbul'da bulunan çocuklarımdan Nureddin Efendi kendi annesiyle diğer ihtiyar kadınlardan meydana gelmiş bir aile efradıyla bugün bir lokma ekmeğe muhtaç haldedir. Maaşım şimdilik burayı idare etmeye yetiyorsa da İstanbul'dakilere yardım edecek ve onları besleyecek derecede değildir. Bununla beraber zaruret sebeplerinin ortadan kaldırılmasını devlet ve milletin nazar-ı dikkate alacağına eminim. Çünkü, servet ve eşyam zapt edildi. Perişan ve merhamet gerektiren bir haldeyim. Bu basit teferruattan yegâne maksat şunlardır:

İlk önce kendimin, ailemin ve çocuklarımın hayatının her türlü taarruz ve tecavüzden korunacağı hakkında evvelce verilen vaatler ve taahhütler Âyân, Mebûsan, devlet ve asker tarafından teminat ve karar altına alınsın. Bu karar da açık ibare ile resmî şekilde yazı ile bildirilsin.

İkinci olarak, ikamet etmekte olduğum Alâtini Köşkü namıma satın alınarak hayatım boyunca oturmak üzere tahsis olunsun.

Üçüncü olarak, hizmetimde bulunanların şahsî hürriyetlerinin verilmesi çaresine bakılsın.

İşte, temennilerim bu üç şeyden ibarettir...

-Sultan Abdülhamid'in 5 Temmuz 1909'da Selanik'ten ve Hareket Ordusu komutanı İTC mensubu Mahmud Şevket Paşa'ya gönderdiği mektuptan bir kesit[58]

12 Nisan'ı 13 Nisan'a bağlayan gece, Taksim Kışlası'ndaki Avcı Taburuna bağlı askerler subaylarına karşı ayaklanarak kendilerine önderlik eden din adamlarının peşinde Meclis-i Mebusan'ın önünde toplandılar ve ülkenin şeriata göre yönetilmesini istediler. Hüseyin Hilmi Paşa hükûmeti isyancılarla uzlaşma yolunu seçti ve hükûmet üyeleri tek tek istifa etti.[56][59][a] Normal olarak II. Abdülhamid'e bağlı başında Mahmud Muhtar Paşa'nın olduğu 30.000 kişilik Hassa alayı vardı. Ancak ne II. Abdülhamid ne Mahmut Muhtar Paşa bu alayları harekete geçirmediği gibi bu kuvvetlerin bir kısmının asilere katılmaları önlenemedi.[63]

Asilerin baskısı ile Mahmud Muhtar Paşa istifa etti ve konağı asiler tarafından abluka altına alındı. Mahmud Muhtar Paşa bu kritik durumda komşusu olan bir İngiliz'in evine kaçtı, oradan da İngiliz Elçiliğine sığındı. Mahmud Muhtar Paşa'nın görünen dirayetsizliğinden cesaret alan asiler ise zapt edilemez bir çılgınlık içerisinde birçok gazete ve matbaayı tahrip ettiler, ellerindeki listeye göre insan avına çıktılar. Meclis üyeleri İTC mensubu mebuslar İstanbul'dan uzaklaşırken bazıları da şehir içinde saklandı. Bu arada isyancılar, İttihatçı subayları ve mebusları buldukları yerde öldürüyorlardı.[63]

İttihat ve Terakkî, asıl güç merkezi olan Selanik'teki 3. Ordu'yu harekete geçirdi. Böylece isyanı bastırmak üzere Hareket Ordusu kuruldu. 22 Nisan 1909 günü Yeşilköy'deki Yat Kulübü'nde toplanan Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Âyan da bir gece önce Yeşilköy'de toplanarak Hareket Ordusunun girişiminin meşruluğunu onayladı ve II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesine de karar verildi.[63] İsyancılar 23 Nisan'ı 24 Nisan'a bağlayan gece İstanbul'a girmeye başlayan Hareket Ordusuna başarısız bir direniş çabasından sonra teslim oldular.

Bununla birlikte 31 Mart Vakası sırasında Selanik'ten gelen Hareket Ordusunun bir kısım erlerinin disiplinsizlik gösterdiği ve Yıldız Yağması denen olayda Yıldız Sarayı'na girerek II. Abdülhamid'in kütüphanesine, kitaplarına, eserlerine ve Yıldız Sarayı'ndaki değerli eşyalara zarar verip, çalıp yağmacılık ettiler. Bu suçla ilgili yargılama aradan ancak 10 yıl geçtikten sonra I. Dünya Savaşı İttihat ve Terakki Lideri Enver, Talat ve Cemal Paşa'nın kaçması sonrası işgal altındaki İstanbul'da yapılmıştır. Ancak bu dönemde yağma edenleri cezalandırma amaçlı değil ittihatçılardan intikam alma amaçlı Damad Ferid Paşa hükûmetinin baskısıyla yargılama gerçekleşmiş, sonuçta suç delilleri aradan geçen zamanda ortadan kalktığından toplanamamıştır. Başta Nemrud Mustafa Paşa riyasetindeki I. Divân-ı Harb-i Örfî tarafından gerçekleştirilen muhakeme neticesinde Ayan azası Ferik Hüseyin Hüsnü, Galip ve Rıza paşaların da dâhil olduğu pek çok şahıs "yağmagerlik" yaptıkları gerekçesiyle askerlik mesleğinden ihraç edilerek çeşitli cezalara çarptırılsa da bu kararın temyizi akabinde Divân-ı Harb-i Örfî'de tekrar gerçekleştirilen muhakeme neticesinde de 6 Ocak 1921 tarihi itibarıyla bütün zanlılar beraat ettiler.[64]

Alatini Köşkü (Selanik, sürgün edilen Abdülhamid'in kaldığı köşk)

23-24 Nisan 1909 günü isyanın bastırılmasından sonra sıkıyönetim ilan edildi ve isyancıların önderleri Divan-ı Harp'te yargılanarak ölüm cezasına çarptırıldılar.[63] Muhalefet hareketi önemli kayıplara uğradı. Ama en önemli gelişme, Meclis-i Umumî Millî adı altında birlikte toplanan Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Ayan'ın 27 Nisan'da resmi olarak II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesini, yerine V. Mehmed'in geçirilmesini kararlaştırmasıydı.[63] Ayrıca II. Abdülhamid'in İstanbul'da kalması da mahzurlu bulunarak Selanik'e götürüldü. Divan-ı Harp, II. Abdülhamid'i yargılamak istediyse de yeni kurulan Hüseyin Hilmi Paşa hükûmeti bunu kabul etmedi.[65] Üç sene Selanik'teki Alatini Köşkü'nde ev hapsinde tutuldu. Bu sırada, köşke gittiğinde yatacak yatak bulunmaması gibi sıkıntılarla karşılaştı.[66] Burada II. Abdülhamid'in günleri genellikle roman okutturarak ve ağaç oymacılığı ile marangozluk yaparak geçti. Abdülhamid hatıralarında kendilerine gazete verilmediğinden ve dünyadan habersiz yaşamış olduklarından şikayetçiydi. İlaveten Abdülhamid'in yanında bulunan kızı Şadiye Osmanoğlu subayların gerek babasına saygısız tavırlarından gerekse de kimi zaman kendilerine yapılan hakaretlerden, kötü muamelelerden şikayetçi olmuştur.[66]

I. Balkan Savaşı'nda Yunan ordusu Selanik kapılarına dayanınca, II. Abdülhamid 1912'de köşkünden alınıp bir Alman gemisine bindirilerek İstanbul'daki Beylerbeyi Sarayı'na getirildi.[b] I. Dünya Savaşı başında güvenlik ve İstanbul'un işgal tehlikesinden Bursa'ya nakledilmesi istendi. Abdülhamid, Çanakkale tahkimatlarını kendisinin de güçlendirdiğini ve düşman gemilerinin geçebilmesinin son derece güç olduğunu belirterek teklifi reddetti ve ölene kadar İstanbul'da kalmaya devam etti.[66]

  1. ^ 31 Mart Vakası'nın çıkışına ve amacına dair tartışmalar halen sürmekle öne sürülen nedenler şunlardır:
    1. İttihat ve Terakki Cemiyetinin iktidara gelebilmek için kendine her türlü yolu meşru gören bir tavır içerisine girmesi, el altından cemiyetin desteklediği terör hareketleri ve birbirini izleyen siyasî cinayetlerden dolayı sorumlu tutulması[60] Örneğin 31 Mart Vakası'ndan 7 gün önce gerçekleşen Serbesti gazetesinin sahibi ve başyazarı olan Hasan Fehmi Bey cinayeti buna örnek gösterilebilir. Üstelik bu cinayet, tam da İttihatçılara rakip Prens Sabahaddin ve Kıbrıslı Kamil Paşa'nın başını çektiği İngiliz destekli Ahrar'a (Teşebbüs-i Şahsî ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti) yakın olan İttihad-ı Muhammedî Cemiyetinin resmî kuruluş tarihinin (5 Nisan 1909) hemen ertesi günü işlenmişti. Galata Köprüsü üzerinde vurulan Hasan Fehmi, her ne kadar bir faili meçhul cinayete kurban gitti gibi görünüyor olsa da halkın önemli bir kısmı bu işin arkasında İttihatçılar olduğuna inanıyordu çünkü İttihat ve Terakki karşıtı yazıları ile biliniyordu. Bundan dolayı da Hasan Fehmi Bey'in cenaze merasimi, İttihatçılar aleyhinde çok büyük bir gösteriye sahne oldu. Böylelikle 13 Nisan'ın hemen öncesi gergin bir ortam oluştu. 6 Nisan günü bu sebeple "Öldürülen Gazeteciler Günü" olarak bilinir.[61]
    2. Halkın hükûmete olan güveninin sarsılması,[60]
    3. Ordudan çıkarılan alaylı subayların menfaatleri zedelendiği için hiddete kapılmaları, İttihat ve Terakki Cemiyetine düşman kesilmeleri, kendilerine tercih edilen mektepli subayların "din düşmanı" oldukları hakkında halk ve asker arasında yaygın bir propaganda yapmaları,[60]
    4. Subayların askerler üzerinde yaptığı din konusundaki baskı biçiminde algılanan telkinler ile onları din görevlileri ve medreselilerle temastan menetmeleri, ülkede İttihat ve Terakki Cemiyetinin üzerinde bir kuvvetin bulunmadığı düşüncesini aşılamaları,[60]
    5. Medrese öğrencilerinin askere alınmak istenmesi,[60]
    6. Derviş Vahdeti'nin kurmuş olduğu İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti ve bu cemiyetin yayın organı olan Volkan gazetesiyle halkın dinî duygularını istismar ederek yayın yoluyla yaptığı kışkırtmalar,
    7. Devlet dairelerinden açığa alınan memurların muhalefet saflarına katılmaları,[60]
    8. İstanbul'a meşrutiyetin koruyucusu sıfatıyla getirilen Avcı Taburlarına mensup İttihat ve Terakki yanlısı subaylar ile bu taburlarda görevli erlerinin başına buyruk disiplinsiz hareketleri,[60]
    9. Büyük devletlerin özellikle İngiltere'nin Orta Doğu'daki çıkarlarını daha da sağlamlaştırmak amacıyla alttan alta yerli işbirlikçilerle yaptıkları menfi propagandaların devam etmesi.[60]

    Bu faktörlerin hepsi derece derece isyanın patlak vermesinde etkili olmuştur. Genel kabul gören iddialar bunlardır. Buna karşın bazı iddialara göre ise, İttihat ve Terakki Cemiyeti yöneticileri, halk üzerinde büyük etkisi olan II. Abdülhamid'i düşürebilmek için kuvvetli bir nedene dayanmak gereğini duymuş ve 31 Mart Vakası'nı kendileri tertip etmişlerdir.[60] Özellikle bu iddiayı savunanlardan biri İslamcı revizyonist yazarlardan Mustafa Armağan'dır.[62]
  2. ^ Burada da tartışmalı hususlar Kadir Mısıroğlu ve Mustafa Müftüoğlu gibi bazı islamcı tarihçilerce iddia edilmektedir. II. Abdülhamid Selanik'in Yunanlarca teslim alımı sırasında Alatini Köşkü'nden alınıp Beylerbeyi Sarayı'na gitmiştir. Bir iddiaya göre kendi ve ailesi doğrudan alınıp Selanik'ten İstanbul'a götürülmüş diğer bir iddiaya göre ise II. Abdülhamid kendine köşkte gazete verilmemiş sonrasında verilmiştir. I. Balkan Savaşı'nda Selanik'in akıbetini şaşkınlıkla öğrenip gerçekleştiği iddia edilen aşağıdaki diyalogla kendini almak isteyenlere karşı koymuş, zar zor ikna edilerek Beylerbeyi Sarayı'na götürülmüştür: "...Batı cephesi komutanı Ali Rıza Paşa, Selanik mevki komutanı Muhiddin Paşa ile Vali Tahsin Bey’i de yanına alarak sabaha karşı Alatini Köşkü’ne gelip eski padişahı yatağından kaldırarak hükümetin kararını tebliğ etti. Kendisine gazete verilmediği için savaşın başladığından haberi olmayan II. Abdülhamid, heyeti sessizce dinledikten ve bir süre sustuktan sonra, “ Selanik, İstanbul’un anahtarıdır. Düşmana verilir mi? Şuradan şuraya gitmem. Bana da bir tüfek veriniz. Birlikte son nefesimize kadar müdafaa edelim. Hem bizim ikinci ve üçüncü ordularımız nereye gitti? Bu harbi idare eden kumandanlar kimlerdir? Ne olursa olsun. Bir yere gidecek değilim. Bunu bilmiş olunuz.” ... (Bir zaman sonra) Alman Loreley gemisiyle Selanik’e gelen heyeti kabul eden II. Abdülhamid, Rumeli’deki harp dolayısıyla İstanbul’a dönmesinin şart olduğunu bildiren padişah iradesini dinledi. Fethi Bey’den vükela mazbatalarını okumasını istedi. Savaşın kaybedildiğini itiraf eden paragrafı tekrar tekrar okuttu. Ardından da, dokunaklı bir ses tonuyla, “Ya! Demek o mübarek Rumeli elden gidiyor! Gitmiş bile!” dedikten sonra, birden ayağa kalktı ve gözlerini heyetin üzerinde dolaştırdıktan sonra konuşmaya başladı, “Kiliseler ittifak ettiler mi?” Halledildiği cevabını alınca çok sinirlendi, “ Bizim elçiler, ataşemiliterler uyudular mı? Dört devlet ittifak eder de hükümet nasıl haberdar olmaz? Ben makamda bulunduğum müddetçe daima bunların birleşmesini önledim. Bu ne gaflet! Allah devleti bu hale getirenleri kahretsin.” dedikten sonra buradan kesinlikle ayrılmayacağını söyledi. Kendisine düşman tehlikesinden bahsedilince de, “Demek Selanik şimdi müdafaa edilmeden teslim ediliyor. Hayır, ben buradan gidecek değilim. Ben de bugün herhangi bir şahıstan farklı olmadığım için müdafaaya iştirak etmek istiyorum. Bana da silah veriniz. Ölünceye kadar birlikte müdafaa edelim.” dedi. Eliyle mülakatın bittiğini işaret ederken Fethi Bey’e kalmasını söyledi. Fethi Bey, son üç yılın özetini yaptı. Abdülhamid Han, Balkan devletlerinin hep birden aynı günde savaşa başladıklarını dinlerken dayanamadı, “Bulgarlar, Sırplar, Karadağlılar Yunanlılar beraber olabildiler, aralarındaki derin ihtilafları halledebildiler ve müştereken üzerimize saldırdılar demek. Rum, yani Yunan Kilisesi ile Bulgar Kilisesi arasındaki ihtilaf baki kalsa idi, bu iki millet arasındaki uçurumu hiçbir şahıs ve tedbir dolduramazdı. Zaten elden gitmiş olan Girit için Yunan’ı ötekilerin kucağına atmanın manası var mıydı? Sizler tecrübesiz ve genç idiniz. Fakat sadaret makamına layık gördüğünüz Said ve Kamil Paşalar senelerdir takip edilen idare-i maslahat siyasetinin zaruret olduğunu bilmiyorlar mıydı? Onların vebali sizinkilerden büyüktür. Bu kadar gaflet bu kadar kısa zamana nasıl sığdı!” diyerek tepki gösterdi. Bir süre sustuktan sonra, Fethi Bey’in gitme konusundaki şahsi düşüncesini öğrenmek istedi. O da, İstanbul’a dönmesinin aynı zamanda devletin haysiyet ve şerefinin de icabı olduğunu ve orada da huzur içinde yaşayabileceğini ve Beylerbeyi Sarayı’nda bütün tedbirlerin alındığını hatırlattı. Kendisi ikna edilip Beylerbeyi Sarayına getirildi...[67] Kadir Mısıroğlu[68] ve Mustafa Müftüoğlu, bunun yanında bazı yazarlar da, bu diyaloğun benzerini ancak farklı şekilde, sözlerle aktarmaktadır. Bu yönden tam doğruluğu teyit edilememektedir. Diyaloglarda geçen kiliseler meselesinin ise aslı şu şekildir: Öncelikle Bulgar ve Rum Kilise ayrılığının mimarı Abdülhamid değildir. Bununla birlikte Sultan Abdülaziz ile II. Abdülhamid'in her türlü eleştiriye karşın belli bir diplomatik becerisinin olduğu da su götürmez bir gerçektir. Osmanlı'da Bulgar tebaa normal olarak Rum kilisesine bağlı olarak ibadetini gerçekleştirmekteydi. Ancak özellikle milliyetçilik akımının olduğu 18.-19. yüzyılda kilisede okunan ilahilerin Bulgarca değil Rumca okunması, ibadetlerin Latince ve Rumca yapılması, Bulgarların bunu anlayamaması kendilerini epeyce rahatsız etmekteydi. Bulgarlar asırlardan beri din adamı yetiştirmedikleri için kendilerine mahsus kiliseleri de yoktu. İddialara göre Abdülaziz Bulgarlarında Rumlar gibi özerklik bağımsızlık peşine düşeceklerini düşünmesi yanında Balkanlardaki Hristiyan Slav ve Rum devletlerinin birlik olup Osmanlı'ya karşı ortak savaş ve isyan çıkarabilecekleri kuşkusuna düştü. Sırplar ile Bulgar arasındaki Makedonya huzursuzluğu onların birleşmesine engel iken; Yunanlılar ile Bulgarların birleşmesi riski ortadaydı. Bulgarların da bu yönde şikayetleri vardı, 1860'tan beri bu yönde huzursuzluklar mevcuttu. Bu sebeple hem Bulgar tebaasına iyi gözükmek hem de Bulgarları Yunanlılardan ayırmak için Abdülaziz 1870'de bir fermanla Bulgar Eksarhlığı kurulmasına ve onu tanımaya karar verdi.[69] Bu yöndeki fermanı da Balat Sveti Stefan Kilisesi'nde okuttu. 1872'de Eksarhlığın Rum Ortodoks Kilisesi ile ilişiğini kesmesine de ses çıkarmadı. Mustafa Müftüoğlu ve Kadir Mısıroğlu bu 1870 yılında Sultan Abdülaziz tarafından fermanla yapılan Bulgar Eksarhlığı kurma işini 8-10 yıl ileriye taşıyıp Sultan II. Abdülhamit tarafından yapılmış gibi lanse etmektedir.[68][70] Çoğu kişide böyle bilmektedir.[71] Bu büyük tarihi bir hatadır. Diğer bir hatada bu eserlerde yangından zarar gören Sveti Stefan Kilisesi'nin Sultan Abdülhamid'ce bir günde Berlin'den gizli prefabrik demirler getirilip onarıldığı her şeyin gizli yapıldığı gibi bu yazarlarca ileri sürülen abuk iddialardır. Bu kilisenin yapımı için uzun bir ihale sürecinin açık şekilde yapılıp yine demir parçalarını üretmek için yarışma bile düzenlendiği 3 yıllık bir sürede Berlin'de malzemelerin üretildiği 1898'de inşasının tamamlandığı belirtilmekle[72] Kısaca tarihçi İsmet Görgülü'ye göre bu yazarların bu iddiaları tarihi gerçeklikleri saptırmaktan ileriye gitmemektedir.[73] Ancak zaman içinde Bulgarlar ile Rumlar arasındaki kiliseler hususunda ayrılıklar çıktığı ve diplomasi de denge politikası takipçisi II. Abdülhamid'in bu sorunu çözerse çıkabilecek sorunları öngörüp sorunu kasten çözmekten uzak durduğu yolundaki iddiaları ise elbette düşünülebilir, doğru kabul edilebilir. İttihat ve Terakki yönetimi, Balkan devletleri özelikle Bulgarlar ile Rumlar arasındaki anlaşmazlıkların en önemlisi olan kiliseler meselesini yani bir şehirde Rum mu yoksa Bulgar Kilisesi olacağı meselesini bir iyi niyetlilikle 3 Temmuz 1910'da çıkardığı "Kiliseler ve Mektepler Kanunu" ile halletti. Bununla “ihtilaflı kilise, mektep ve mukaddes yerlerde hangi unsurun nüfusu çok ise ona aittir”,eğer bunun dışında tartışmalı yerlerde cemaat, kilise kuracaksa parası ile kilise kurabilir esasını kabul etti. Oysa Fatih İstanbul’u fethettikten sonra İstanbul’daki Rum patriğini Avrupa Türkiye’sindeki bütün reayanın hem ruhani ve hem de cismani reisi olarak atamıştı. Rum kiliseleri diğer kiliselere göre elde ettikleri bu üstünlüğü kendi kültürlerini yayma, kendilerinden olmayanları ezme, eziyet etme şeklinde kullandılar. Böylece ortaya çıkan sürtüşme ile kiliseler ve dolayısıyla bunlara bağlı olan gruplar yıllarca birbirleriyle mücadele etti ve birbirlerini devamlı hasım olarak gördüler. İşte Kiliseler Kanunu bu düşmanlığı sona erdirdi, o zamana kadar birbirleriyle mücadele edenlerin birleşerek Osmanlı Devletine karşı mücadele etmelerine sebep oldu. Böylece Balkan ittifakının gerçekleşmesi, I. Balkan Harbi'nin çıkması için en büyük problem ortadan kalkmış ve İttihad Terakki Osmanlı tebaasına iyilik yapayım derken hakikaten farkında olmadan Osmanlı'nın kendi iç dinamik ve denge unsurlarına zarar vermiştir.[73]
  1. ^ a b Tuğçe, Kurt (2020). II. Abdülhamid Dönemi'nde Osmanlı Devleti ve Abd Arasındaki Diplomatik İlişkiler (PDF). Yıldız Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. ss. 25-26. 28 Eylül 2023 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi. 
  2. ^ a b c d Hourian, William J. (1981). "THE BIG STICK IN TURKEY: AMERICAN DIPLOMACY AND NAVAL OPERATIONS AGAINST THE OTTOMAN EMPIRE, 1903-1904 (pages: 78-88)". War College Naval Review. 34 (5). U.S. Naval War College Press. s. 80, 81,85,86. 28 Eylül 2023 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 28 Eylül 2023. 
  3. ^ Artuner, Burak (11 Eylül 2008). "Borca karşılık el konulan ada ve bir yolsuzluk hikáyesi". Hürriyet gazetesi. 3 Şubat 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi. 
  4. ^ Sefer, Semih (2017). OSMANLI DEVLETİ'NDE FAALİYET GÖSTEREN BANKER LORANDO VE TUBİNİ AİLELERİ (PDF). İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. ss. 93-131. 20 Şubat 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi (PDF). Erişim tarihi: 10 Şubat 2024. 
  5. ^ Baldry, John (1976). "Anglo-Italian Rivalry in Yemen and ʿAsīr 1900-1934". Die Welt des Islams. 17 (1/4): 155-193. doi:10.2307/1570344. ISSN 0043-2539. 10 Şubat 2023 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 19 Şubat 2024. 
  6. ^ "İttifak Sistemi / System of alliances". thecorner.org. 3 Nisan 2007 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 3 Nisan 2007. 
  7. ^ Burnikel, Catherine T. (1972), "Camille Barrere and Franco-Italian Rapprochement: 1898-1902" (Thesis), Dissertations 1167 Loyola University Chicago, s. 161-167, 29 Ekim 2023 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 26 Ocak 2024 
  8. ^ "PRESIDENT ORDERS WARSHIPS TO SYRIA; Vice Consul William C. Magelssen Slain at Beyroot. AMERICA TO DEMAND REDRESS Dispatch of the European Squadron a Precautionary Measure. Attempt to Burn the American College at Harput -- Mr. Roosevelt and Sec- retary Hay to Confer at Oyster Bay To-day on the General Situation in Turkey". The New York Times. 28 Ağustos 1903. 28 Eylül 2023 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 24 Eylül 2023. 
  9. ^ "Ağustos ve Eylül 1903'te Lübnan'daki durumla ilgili ABD Dışişleri yazışmaları (ABD devletine ait history.state.gov internet sitesinden)". 28 Eylül 2023 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 28 Eylül 2023. 
  10. ^ "FLEET SPEEDING TO BEIRUT Admiral Cotton's Squadron Steaming at Top Speed for Syria's Coast to Avenge the Assassination of Vice-Consul Magelssen—Turkey Denies Crime". Stockton Record, Volume XVII, Number 122. 28 Ağustos 1903. 28 Eylül 2023 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 24 Eylül 2023. 
  11. ^ a b Sönmez, Ali (2017). "Osmanlı Devleti'nde Başarısız Bir Eski Eser Kaçakçılığı Teşebbüsü: Edgar James Banks ve Bismaya Kazısı" (PDF). Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 27. ss. 42-47. 27 Kasım 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi (PDF). 
  12. ^ Okur, M. A.; Tetik, M. O. (2022). "ABD Basınında Temsiliyet Ve Dış Politika: II. Sason İsyanı, Norton Raporu Ve Çift Kademeli Tarafgirlik Üzerine". Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları (1-23)DOI:10.26650/YTA2022-1098858, 42. ss. 4,14-16. 20 Şubat 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 10 Şubat 2024. 
  13. ^ a b c d Vahdettin Engin (3 Mayıs 2015). "II. Abdülhamid'e Düzenlenen Yıldız Suikastı ve Belçika ile Yaşanan Diplomatik Kriz". Türkler ve Ermeniler - Tarih Boyunca Türk-Ermeni İlişkileri | Marmara Üniversitesi Projesi. 8 Ocak 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 21 Ekim 2022. 
  14. ^ a b c "Sabah Gazetesi, Adım Adım Bombalı Terör-Erhan Afyoncu 21 Şubat 2016 Tarihli Yazısı". 16 Ekim 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 15 Ekim 2022. 
  15. ^ "New York Times, 19 Ocak 1908". 6 Mart 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 9 Nisan 2010. 
  16. ^ WOODS, Henry F., Türkiye Anıları, (Çeviren: F. Çoker), İstanbul 1976
  17. ^ Birecikli, İhsan Burak; Maden, Fahri (4 Kasım 2007). "Yıldız Suikastı: Ermenilerin Abdülhamid'e Karşı Son Teşebbüsleri Bombalı Saldırı". Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi. 23 (67-68-69): 399-424. ISSN 1011-727X. 16 Ekim 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 16 Ekim 2022. 
  18. ^ "II. ABDULHAMİD'E SUİKAST GİRİŞİMİ VE "BİR ANLIK GECİKME" ŞİİRİ ÜZERİNE". II. ABDULHAMİD'E SUİKAST GİRİŞİMİ VE "BİR ANLIK GECİKME" ŞİİRİ ÜZERİNE. 2 Ekim 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 21 Ekim 2022. 
  19. ^ "A Haber, Bizde Teröriste Şanlı Avcı Diyen Tevfik Fikretler Bitmez-Erhan Afyoncu 04 Ağustos 2019 Tarihli Beyanatı". 16 Ekim 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 15 Ekim 2022. 
  20. ^ Çabuk, Fehminaz (2019), II. Abdülhamit Döneminde Osmanlı-İran İlişkilerinde Kürt Aşiretleri Meselesi (PDF), İksad Yayınevi, s. 61, 4 Kasım 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi (PDF), erişim tarihi: 15 Kasım 2022 
  21. ^ Karadeniz, Yılmaz (25 Mart 2017), 1907'deki İngiliz-Rus Anlaşması'nın İran Siyasetine Etkisi (PDF), Route Educational and Social Science Journal Cilt:4 Sayı:2, 4 Kasım 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi (PDF), erişim tarihi: 15 Kasım 2022 
  22. ^ a b c d Çabuk, s.61-67
  23. ^ a b c Armağan, Mustafa (14 Eylül 2010), Abdülhamid'den Sınır Ötesi Operasyon, 4 Kasım 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 4 Kasım 2022 
  24. ^ Sarıkçıoğlu, Melike (2009), Osmanlı-İran Hudut Anlaşmazlıkları (1847-1912) ve 1913 İstanbul Protokolü, Isparta: Süleyman Demirel Üniversitesi SBE, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), s. 182, 4 Kasım 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 4 Kasım 2022 
  25. ^ Yerasimos, S. (1976). Azgelişmişlik sürecinde Türkiye, II. Tanzimattan 1. Dünya savaşına. B. Kuzucu (Çev.). İstanbul: Gözlem Yayınları,s.910
  26. ^ a b c d e f Yoruldu, Mutlu (2022), 20. Yüzyılda Vergiye Karşı Direniş ve İsyanlar-I (s. 425-439) (PDF), İlkesiz Vergilere Tepkiler: Vergi İsyanları (Efe Akademi Yayınları), s. 428, 31 Ekim 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi (PDF), erişim tarihi: 31 Ekim 2022 
  27. ^ a b Aykut, Kansu (2017), 1908 Devrimi (PDF), İletişim Yayınları, s. 37, 31 Ekim 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi (PDF), erişim tarihi: 31 Ekim 2022 
  28. ^ Yıldırım, İsmail (2001), Ondokuzuncu Yüzyıl Osmanlı Ekonomisi Üzerine Bir Değerlendirme (1838-1918) (s.313-326), 11 (2), Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, s. 315, 31 Ekim 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 31 Ekim 2022 
  29. ^ Cem, İsmail (1979). Türkiye'de geri kalmışlığın tarihi. Cem Yayınevi. ss. 196, 222. ISBN 978-975-406-077-5. 19 Şubat 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 19 Şubat 2024. 
  30. ^ Öztuna, Yılmaz (1967), Türkiye Tarihi 12.Cilt, Hayat Yayınları, s. 53 
  31. ^ Eğilmez, Mahfi (20 Ekim 2014), Kendime Yazılar: Osmanlı'dan Bugüne Kişi Başına Gelir, 31 Ekim 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 31 Ekim 2022 
  32. ^ Eğilmez, Mahfi (21 Ekim 2014), Kendime Yazılar: Osmanlı'dan Bu yana Kişi Başına Gelir (Uluslararası Karşılaştırma), 31 Ekim 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 31 Ekim 2022 
  33. ^ a b c d e Meydan, Sinan (17 Aralık 2018), Abdülhamit rejimini sarsan vergi ayaklanmaları, Sözcü Gazetesi, 31 Ekim 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 31 Ekim 2022 
  34. ^ Kansu,s.37
  35. ^ Kansu,s.38
  36. ^ Kansu, s.43
  37. ^ a b c AKTAN, Coşkun Can.; DİLEYİCİ, Dilek; SARAÇ, Özgür (2003), Osmanlı Tarihinde Vergi İsyanları II, 8 (1), Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi Ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, ss. 6-13, 3 Şubat 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 4 Şubat 2024 
  38. ^ Çetinsaya, Gökhan (1 Nisan 2016). "II. Abdülhamid'in İç Politikası: Bir Dönemlendirme Denemesi". Osmanlı Araştırmaları. 47 (47): 397. doi:10.18589/oa.583218. ISSN 0255-0636. 2 Aralık 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 20 Şubat 2024. 
  39. ^ Bozan, Oktay (2017), 20. Yüzyılın başında Eşraf-Aşiret Çatışması: Millet Aşireti ve Diyarbakır Eşrafı Örneği, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi (cilt:33 sayı:2), ss. 1-46, 25 Mart 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 9 Kasım 2022 
  40. ^ Kansu, s.44-49
  41. ^ Kansu,s.70
  42. ^ a b Nehir, Nurullah (2021), Mehmet Ata Bey'in Erzurum Valiliği (1906) (PDF) (28), Kafkas Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, ss. 661-673, 17 Haziran 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi (PDF), erişim tarihi: 15 Kasım 2022 
  43. ^ a b c Çetinsaya, Gökhan (1 Nisan 2016). "II. Abdülhamid'in İç Politikası: Bir Dönemlendirme Denemesi". Osmanlı Araştırmaları. 47 (47): 398. doi:10.18589/oa.583218. ISSN 0255-0636. 2 Aralık 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 20 Şubat 2024. 
  44. ^ Çetinsaya, Gökhan (2006), The Ottoman Administration of Iraq (PDF), Londra: Routledge, ss. 122-123, 18 Mart 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi (PDF), erişim tarihi: 7 Kasım 2022 
  45. ^ Tekdal, Danyal (2017), 1907 Bitlis Depremi ve İsyanında Bir Vali: Ferit Paşa (s.94- 116), Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı:27, ss. 100,101,107, doi:10.5505/pausbed.2017.52714, ISSN 1308-2922, 11 Kasım 2019 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 14 Kasım 2022 
  46. ^ "Abdullah A Cehan, Osmanlı Devleti'nin Sürgün Politikası ve Sürgün Yerleri, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 1, Sayı 5, 2008" (PDF). 19 Ocak 2012 tarihinde kaynağından arşivlendi (PDF). Erişim tarihi: 2 Ağustos 2011. 
  47. ^ Birecikli, İhsan Burak (2012), Sultan II. Abdülhamit'e Karşı Başarısız Bir Darbe Teşebbüsü, 1 (1), Batman Üniversitesi Yaşam Bilimleri Dergisi, ss. 683-696, 20 Şubat 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 10 Şubat 2024 
  48. ^ Armağan, Mustafa (29 Haziran 2008). "Bir Abdülhamid efsanesi daha çöküyor (Mustafa Armağan Reval Görüşmelerinde Osmanlı'yı etkileyen bir karar çıkmadığı ancak bu görüşmelerle ilgili safsataların bizzat dillendirilip kullanılarak, sahte şekilde haksız olarak II. Meşrutiyet'in ilanına zemin hazırlandığı görüşündedir.)". Haber 7 İnternet sitesi. 9 Ekim 2018 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 24 Ekim 2022. 
  49. ^ Ramsaur, E.E. Jön Türkler ve 1908 İhtilali( N. Ülken, Çev) İstanbul: Sander Yayınları(1958),s.17
  50. ^ Aydemir, Şevket Süreyya. Reval Mülakatı ve İhtilale Varan Olaylar. Remzi Kitabevi. s. 501. 
  51. ^ "Towards the Revolution of 1908: The Assassination of Şemsi Paşa". Fatih University. 2013. s. 80. 26 Ağustos 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi. 
  52. ^ Ersin, Yasin (2021), 1908 İhtilali'ni Başarıya Götüren Suikast: Şemsi Paşa'nın Katli, 6 (2), VAKANÜVİS- Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi, ss. 561-587, 10 Mayıs 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 23 Ekim 2022 
  53. ^ Zürcher, Erik Jan (2014). The Young Turk Legacy and Nation Building: From the Ottoman Empire to Atatürk's Turkey. I.B.Tauris. s. 32. ISBN 9780857718075. 26 Ağustos 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 23 Ekim 2022. 
  54. ^ Birecikli, İhsan Burak (1 Nisan 2008). "Yüzüncü Yılında II. Meşrutiyet'in İlanı Üzerine Bir İnceleme". Gazi Akademik Bakış. 2 (3): 211-226. ISSN 1307-9778. 20 Şubat 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 20 Şubat 2024. 
  55. ^ İttihatçılar da devlet adamı kaçırıp Abdülhamid'e baskı yapmışlardı!, Dünya Bülteni, 15 Ağustos 2012, 23 Ekim 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi 
  56. ^ a b c Aysal, Necdet. "Örgütlenmeden Eyleme Geçiş: 31 Mart Olayı" (PDF). 19 Kasım 2012 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi. Erişim tarihi: 14 Şubat 2016. 
  57. ^ Meclis'in açılmasına giden süreç: 100 yıllık gurur, TRT Haber, 23 Nisan 2020, 23 Ekim 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi 
  58. ^ Bardakçı, Murat (17 Şubat 2019), Sultan Abdülhamid, kendini tahttan indirenlere yazdığı dilekçede "Perişanım ve merhamet gerektirecek haldeyim" diyor!, Habertürk Gazetesi, 12 Kasım 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 12 Kasım 2022 
  59. ^ Aslan, Taner. "31 Mart Hadisesi Üzerine Vilayetlerde Çıkan Olaylar Karşısında Alınan Tedbirlere ve Askerî Faaliyetlere Dair Yazışmalar" (PDF). 16 Temmuz 2020 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi. Erişim tarihi: 8 Şubat 2016. 
  60. ^ a b c d e f g h i Yüceer, Nasir (6 Aralık 2021), 31 Mart Vakası, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı Atatürk Ansiklopedisi, 25 Ekim 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 15 Kasım 2022 
  61. ^ Öldürülen ilk gazeteci: Hasan Fehmi Bey, Cumhuriyet Gazetesi, 6 Nisan 2021, 15 Kasım 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 15 Kasım 2022 
  62. ^ Armağan, Mustafa (14 Eylül 2010), 31 Mart'ın Derin Yüzü, mustafaarmağan.com.tr, 15 Kasım 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 15 Kasım 2022 
  63. ^ a b c d e Yüceer, Nasır, 31 Mart Vakası, Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı, 25 Ekim 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 25 Ekim 2022 
  64. ^ Polat, Hasan Ali; Akandere, Osman (9 Mart 2020). "Yıldız Sarayı'nın Yağmalandığı İddiası, Mütareke Dönemindeki Yağma Davası ve Neticesi". Vakanüvis - Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi. 5 (1): 339-389. doi:10.24186/vakanuvis.687367. ISSN 2149-9535. 15 Mart 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 20 Şubat 2024. 
  65. ^ Altınkaya, Emir İsmail (2018), Hüseyin Hilmi Paşa'nın hayatı ve devlet adamlığı (1855-1923) (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, s. 241-242, 25 Ekim 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 25 Ekim 2022 
  66. ^ a b c Çelik, Mehmed Mazlum (24 Kasım 2019). "Sultan Abdülhamid'in sürgünü: Mazlum kalbimin ahı bir gün çıkacaktır". Independent Türkçe. 22 Ocak 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 2 Şubat 2021. 
  67. ^ Şimşirgil, Ahmet (31 Mart 2018), Selanik'in Elden Çıkışının İbretlik Hikayesi - SELANİK, İSTANBUL’UN ANAHTARIDIR! (Ahmet Şimşirgil Kayı-X, Timaş Yayınları, 2018, kitabından yazarın kendi alıntısı s.242-244), tariharsivi.org internet sitesi, 23 Kasım 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 23 Kasım 2022 
  68. ^ a b Mısıroğlu, Kadir (2017), BİR MAZLUM PADİŞAH:SULTAN II. ABDÜLHAMİD, Sebil Yayınları, ss. 103,107,108, 23 Kasım 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 23 Kasım 2022 
  69. ^ Seyfeli, Canan (2011), Osmanlı Devlet Salnamelerinde Bulgar Eksarhlığı ve Bulgar Katolikler (1847-1918) (s.157-190), Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt:52 Sayı:2, ss. 165,166,167, 23 Kasım 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 23 Kasım 2022 
  70. ^ Müftüoğlu, Her Yönüyle Sultan İkinci Abdülhamid, s. 210-211
  71. ^ Sultan İkinci Abdülhamit Han Kiliseler Meselesi-1, İlk Ses Gazetesi, 20 Ocak 2021, 23 Kasım 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 23 Kasım 2022 
  72. ^ "Sveti Stefan Kilisesi (Demir Kilise)". 29 Mayıs 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 4 Nisan 2022. 
  73. ^ a b GÖRGÜLÜ, İsmet, Balkan Harbi, Türk Dil ve Tarih Kurumu, 23 Kasım 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 23 Kasım 2022